Müzecilik ve Tanıtım Başkanı Bülent Arı, “Konyalılık yönümü hiç kaybetmedim. Taşralı olduğumuz için bizi harcamak istediler. Ama buna asla müsaade etmedim” dedi.
Meclis bünyesinde faaliyet gösteren Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın başında, Konyalı bir isim olan Bülent Arı bulunuyor. Kendisiyle İstanbul Beşiktaş’taki makamında bir araya geldik. Çok güler yüzlü ve sıcakkanlıydı. Oldukça mütevaziydi. Arı’nın enteresan hobilere sahip olduğunu öğrendik. Çoğu zaman işine gidip gelirken motosiklete binmek, çeşitli objelerin koleksiyonunu yapmak, müziğe bilhassa yabancı müziğe karşı sempati beslemek gibi zevkleri olduğuna şahit olduk.
Bülent Arı kimdir?
Karatay Karakayış Mahallesi’nde doğdum. Ortaokul ve lise hayatım boyunca çok tembel bir talebeydim. Oturup, standart öğrenci haliyle ders çalışmaktan pek hoşlanmıyordum. Mamafih, ne öğrendiysem, ders sırasında öğrendim.Üniversiteyi tamamladıktan sonra Konya’yla irtibatımız iyice kesildi. Ankara’da iş hayatım başladı. Sonraları artık sadece tatillerde Konya’ya gelebilir olduk. Önce ODTÜ Metalürji Mühendisliği’ni kazandım. Sonra tekrar üniversite sınavlarına hazırlanarak ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kazandım ve oradan mezun oldum. İlk önce Ulaştırma Bakanlığı’nda Dış İlişkiler Dairesi’nde işe başladım. 5 yıl geçtikten sonra gördüm ki, bürokratik iş, hiç bana göre değil. İmtihanlar açılmıştı. Bilkent Üniversitesi’nde master programına başladım. Doktoramı tamamladıktan sonra Çankaya Üniversitesi’nde 7, TOBB Üniversitesi’nde 3 yıl öğretim üyeliği yaptım. . Daha sonra gelen teklif üzerine İstanbul’a gelerek 2 yıla yakın Dolmabahçe Sarayı Müdürlüğü görevini ifa ettim. Meclis’in Teşkilat Kanunu değişince başkanlıklar kuruldu. Beni de Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’na layık gördüler. 2,5 senedir Müzecilik Başkanlığını deruhte ediyorum. 2 kardeşiz.
- İlk olarak Konya ile bağınızı öğrenebilir miyim?
Gençliğim Konya’da geçti. Pek çok akrabalarım Konya’da. Hâlâ organik bağlarım var. Fakat çok sık gidip gelemiyorum. Burada inanılmaz bir iş yoğunluğu var. Hem akademik olarak hem de bürokratik olarak iş yükü fazla olduğundan, izinlerimi bile kullanamıyorum.
“MAKAM TAT VERMİYOR”
- Anadolu’nun bağrından çıkan birisiniz. Hiç bugünlere gelmeyi hayal edebilir miydiniz?
Hayır. Hiç aklımın ucundan bile geçmezdi. Fakat üniversiteyi ilk bitirdiğimde, Konya’da babamın yanında sanayide çalıştım. Belli bir işletme bilgisine sahiptim. O zamanlar hep ‘genel müdür olacağım’ diye düşünüyordum. Fakat akademiye girdikten sonra o hevesim kalmadı. Çünkü üniversitede hocalığın öyle bir yanı var. Mütevazı bir hayat yaşıyorsunuz. Başka hiçbir şey zaten zevk vermiyor. Araştırma, kitaplar hazırlama, kongrelere gitme, öğrencilerle birlikte olmanın keyfi başka hiçbir yerde yok. Makam, mevki o tadı vermez zaten. Fakat kader beni yine getirdi bürokrasiye. Tekrar akademik camiaya dönmeyi istiyorum.
- Memuriyete, bürokrasiye neden soğuk duruyorsunuz ki?
Bürokraside yaptığınız şeylerin çok izi tozu kalmaz. Sizin yaptığınız işi, bir hafta sonra başka biri gelir, yerle bir eder. O yüzden memuriyette kalıcı bir başarı göstermek çok zor. Büyük meşakkat gerektiriyor. Akademide öyle değil. Bütün mesai size bağlı. İster çalışın, ister çalışmayın. Ne yaparsanız, artı puan olarak size yazar. O bakımdan kalıcı bir şey bırakabilme ümidi var orada. Sonra başınızda hep bir amir var. Mesainiz var vesaire. Akademide doğrudan hiç amiriniz yok. Kendi otoritenizi kendiniz kuruyorsunuz. Öğrencileriniz, sizin mirasınız oluyor.
“SÜREKLİ HOCAMIN PEŞİNDEYDİM”
- Dediğinize göre, tembel bir öğrencilik hayatınız var. Bugünlere gelmek zor oldu mu?
Üniversiteye geçtikten sonra Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tam yerimi bulduğumu gördüm. Ondan sonra inanılmaz bir performans. Sürekli çalışarak, okuyarak, dersleri takip ederek yani sistematik çalışmaya ilk defa üniversitede başladım ben. Ondan sonra da Tarihçi Halil İnalcık hocamın yanına intisap ettikten sonra çalışma azmim bitmedi. Hocamın sürekli peşindeydim. Böylece akademik camiada da, iyi bir intibaımız oldu.
- ‘Daha öncesinde de sistemli çalışsaydım’ şeklinde bir pişmanlığınız var mı? Pişmanlığım var ama okuldaki derslere sürekli çalışmıyordum. Çok kitap okumanın faydasını gördüm. Okul dersleri ve ders kitapları çok sıkıcıdır.
- Şimdi de okumaya devam ediyor musunuz?
Tabii ki. Okumak bitmez ki. Çoğu zaman geceleri elimde kitapla uyuyakalıyorum.
- Peki bu kitap okuma aşkı nereden geliyor?
Halil hocadan öğrendim. Yani ne kadar okursanız, o kadar cehaletinizi görüyorsunuz. Her şeyi takip etmek zorundasınız. Çünkü gençler arkadan geliyor, onlar da yeni bir şeyler üretiyor. Ömür boyu talebelik devam ediyor.
- Daha çok tarihi kitaplar mı okuyorsunuz?
Genelde evet. Tarihi nasıl işliyorlar diye merak edip, tüm tarihi romanları takip ediyorum. Elimin altında o kadar çok kitap var ki, evimde yer olmadığı için ayrı bir ev tuttum.
- Uluslararası İlişkiler mezunusunuz ama tarih üzerine doktora yaptığınızı görüyoruz. Bu durum, Halil İnalcık’ın etkisi mi?
Yok. Tarih bölümüne başlayınca Halil hocanın talebesi oldum. Tarihi ondan öğrendim. Tarih, öyle bir bilim dalı ki, bütün bilimlerin anası. Uluslararası İlişkiler okuduğum için daha çok diplomasi tarihi ağırlıklı çalışıyorum.
“TAŞRALI KALANIN
YAŞAMA ŞANSI YOK”
- Konyalılık yönünüz var mıdır?
Konyalılığı mümkün mertebe elden bırakmamaya gayret gösteriyorum. Çünkü Konya, önemli bir medeniyet merkezi. Anadolu Selçukluların ikinci başkenti olduğu için Konyalılığı kültürel olarak da pek bırakmıyorum. Taşralı olmanın şöyle bir şeyi var; taşradan gelenler genellikle her şeyiyle taşralı kalıyorlar. Onun yaşama şansı yok merkezlerde. Ben Doktora sırasında Hollanda’ya gittim çalışmaya. Orada bile bir Konyalılık yönü kalıyor. Arkadaşlarınızı, dostlarınızı buluyorsunuz. Yeme içme kültürünüz devam ediyor.
- Taşradan çıkıp, bu makamlara gelmek bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı?
Çok avantajları var. Daha önce Ankara’daydım. Oranın çok eski ve köklü bir kültürü yok. Çünkü yerlisi azınlıkta kalıyor. Yani has Ankaralı yok. Eski has Ankaralıların zaten Konyalılardan da çok bir farkı yok. Malum Orta Anadolu’nun genel kültürü benzer. Mutfak kültürü, yeme – içme, konuşma adabı her şeyi aynı olduğu için bölgeler arası belirgin bir fark yok. Ama ince detaylarda saklı olan şeyler vardır. Halısı vardır, kullandığı malzeme vardır. Bunlarda bazı ayrışmalar var. Onları iyi takip etmek lazım. Çünkü kendi kültürüne hâkim olmayan dışarıdan bir şey alamaz. Konyalılığı iyi takip etmeye çalıştığım için dışarı çıkınca farkını anladım.
“ŞİVE ZARAR VERİYOR”
- Konya şivesine sahip misinizdir?
Ondan biraz uzak durmaya çalışıyorum. Aslen Silleliyim. Baba tarafından Silleli olduğumuz için o şiveyi hiç kullanmamaya çalışıyorum. Aile arasında bir araya geldiğimiz zaman şive kısmen ortaya çıkıyor. Bürokraside, akademide yükseldikçe şive pek kaldırmıyor. O şive sonra size zarar vermeye başlıyor.
- Peki karşıdan biri gelse konuşmasını dinleseniz, ‘haa bu Konyalı’ der misiniz?
Elbette ki. Konyalılar hemen kendini belli eder. (Gülüyor).
- Burada tam olarak ne iş yapıyorsunuz?
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nı temsil ediyorum. Milli Saraylar’ın Müzecilik kısmından sorumluyum.
- Hiç ümitsizliğe kapıldığınız anlar olmuş mudur?
Olmaz olur mu? İşsiz kaldığım zamanlar oldu. İlk üniversiteyi bitirip Ankara’ya gittiğimde 6 ay kadar iş bulamadım. İnsan bir an boşta kaldığı an, sıkıntılar çoğalmaya başlıyor.
“KİMLİKSİZ ŞEHİRLER İNŞA EDİLİYOR”
- Gençliğinizin ilk zamanları Konya’da geçmiş. Konya’ya karşı bir özlem duyuyor musunuz?
Elbette ki özlem duyuyorum. Hatta gittikçe yaşlanmaktan mıdır, nedir, Konya hatıralarım sürekli gözümün önüne geliyor. Fakat son zamanlarda Konya’nın Konya olmaktan çıktığını görüyorum. Sadece Konya değil tüm şehirler için böyle. Kimliksiz şehirler inşa ediliyor. Keşke belediye başkanlarımız zaman içinde yıpranan eski tarihi dokuyu koruyabilseler.
- Bir gün Konya’da yaşamak ister misiniz?
Sürekli bir şekilde yaşamak istemem. Çalışma ve akademik şartlar pek elvermez şimdilik. Masrafı çok olmayan müstakil bir kerpiç ev olursa yaşanabilir. İş gereği uzun süre kalamam.
“KONYA MUTFAĞI AÇMAK İSTERİM”
- Konya kültürüne iyi vakıf mısınızdır?
Yemek kültürün takip ediyorum ama burada çok imkân olmuyor. Yakın çevremde pek Konya mutfağı yok. Akademik camiada emeklilik mümkün değil. Emekli olabilsem Konya’da bir Konya mutfağı açmak isterim.
“BENİ ÇOK KINADILAR”
- Hayatınızda birkaç defa iş değiştirdiğinizi görüyoruz. Hatta bir bölüm kazanıyorsunuz ama sonradan o bölüm devam ettirmeyip, yeni bir bölümü okuyorsunuz.
Hayatınızda bütün mesele mutlu olmaktır. Mutlu olmadığım için birkaç defa iş değiştirdim. Mutlu olmadığım için mühendisliği bıraktım. Mutlu olacağınız bir işi yaptığınız zaman nasıl olsa bir geçim sağlanıyor. Para huzur vermiyor. Herkes bana ‘nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun?’ diyor. Sağlığım yerindeyse, sevdiğim işi yapıyorsam mutlu olmayacak ne var yani? Mesela ben motora binmeyi çok severim. Ankara’daki işimde çok motora bindim. Herkes kınadı, beğenmedi.
“KONYALI MOTORUYLA GELECEK”
- Motora karşı ilginiz nereden geliyor?
Konyalılıktan. Bisikletin üzerinde büyüdük biz. Daha sonrasında motosiklet aldık, ona bindim. En büyük hayalim dört silindirli motosiklete binmekti. En son Ankara’da onu da aldım. Burada motora biniyorum hâlâ. İşime ara sıra motorla gidip geliyorum. Motosiklet bir kere hürriyet alameti olduğu için motora binmek lâzım. Hatta Konyalılar, İstanbul’a gelebilsin diye Demiryolları Genel Müdürü ile mutabakata vardık, demiryolları tabii hızlı tren dolayısıyla kapalı 2 yıldır. Onu gerçekleştiremedik. Ama yeni dönemde açılınca uyuyarak, motoru da arkasında gelmek şartıyla Motor Taşıma Sistemi kurduracağız trenlere. Konya’dan İstanbul’a motoruyla gelsin gençler. Motoruyla gezecek İstanbul’u. Tekrar ertesi günü Konya’ya dönecek.
“SİLLE’DEKİ MEZARLIĞA GÖMÜN”
- Bulunduğunuz ortamlarda Konya anıldığı zaman o an ne hissediyorsunuz?
Toprak çekiyor. Yaşlandıkça onu daha çok hissediyorum. Dedim ki bizimkilere, ‘öldüğüm zaman beni Sille’deki mezarlığa gömün. Hüzünleniyorum. Elimden gelse de keşke Konya’ya maddi ve manevi daha fazla hizmet edebilsem. O yüzden sizin yaptığınız bu işi çok önemli buluyorum. Elimizden geldiği kadar her zaman dışarıdan hizmete hazırız. Belediyelerden ve üniversiteden konferansa çağırdıkları zaman işimi gücümü bırakıp gidiyorum.
“HARCAMALARINA İZİN VERMEDİM”
- Taşradan çıkan biri olarak kendinizi çokça donattığınızı görüyoruz. Ortam itibariyle biraz şanslı mıydınız?
Hayata tutunmak için mümkün olduğunca her şeyi öğrenmek zorundasınız. Öğrenmezseniz büyükşehirler hemen sizi eler, un ufak eder. Tabii Halil hocamızın da desteğiyle dünyaya açıldık. Bir kere ben en iyi okullarda okudum. Harvard’a gittim, orada konferans verdim. Önünüz açılınca insan kendini yetiştirmek zorunda hissediyor. Kendinizi ispat etmezseniz, sizi harcarlar. Çok şükür, kendimi ispat ettim, harcamalarına izin vermedim. Taşradan geldiğim için sonuçta İstanbul camiası için köylü biriydim. Bunu çok dile getirdiler.
“HİÇBİR ZAMAN KENDİMİ RAHAT HİSSETMEDİM”
‘Konyalı işte ne olacak’ sözünü büyükşehirlerde her zaman hissedersiniz.
İstanbul’daki iki saray iki Konyalıya emanetti. Bu bile büyük bir olay değil mi? Hiçbir zaman kendimi rahat hissetmedim. Her gittiğim yerde diken üstündeyim. Makam sevdasına kapılmamak lazım. Eğer bu sevdaya kapılırsanız, işte asıl kayıplar o zaman başlar.
- Son olarak hobilerinizi öğrenebilir miyim?
Motosiklete binmeyi çok severim. Tarihi objeler topluyorum. Plak toplamaya başladım şimdi. Müzik dinlemeyi seviyorum. Yabancı müziklere hayranım. Antika Pazar ve sahaf gezmeyi seviyorum.
RÖPORTAJ: MUSTAFA GÜZEY
|